Cuma, Mart 28, 2025
Ana SayfaGündemAli Atay, Ölümlü Dünya 2'yi Cumhuriyet'e anlattı: ‘Bir an bile şaka yapmıyoruz’

Ali Atay, Ölümlü Dünya 2’yi Cumhuriyet’e anlattı: ‘Bir an bile şaka yapmıyoruz’

Bundan
beş yıl önce ilk filmi gösterime girdiğinde bol aksiyon içeren
bir komediydi “Ölümlü Dünya”. Zaman, değerine değer kattı
ve filmi ikincisi heyecanla beklenen bir seriye dönüştü.

Her
sahnesi incelikle işlenmiş bir kara komedi, denilebilecek ama
türlere de sıkıştırılmak istemeyen bir film “Ölümlü Dünya
2”. İlk filmde olduğu gibi yine kamera arkasına geçen Ali
Atay’la “Ölümlü Dünya” evreninden yansıyanları konuştuk.



Heyecanlı mısınız?

Heyecanlı
mıyım bilmiyorum. Film seyirciyle buluşacağı için başka türlü
bir his var. Merak diyebiliriz. Tiyatrodan da alışkın olduğum Bir
şey. İlk oyunumu hep seyircinin ne tepki göstereceğini izleyerek
oynarım. Aynı şeyi yaşıyorum.



Filmin pik noktaları çok başarılı. O açıdan seyirciyi
etkileyecektir.

Ona
çok dikkat ettim daha senaryo yazım aşamasında aşamasında
akstan kopmayarak o pik noktalarına ulaşabilmek çok önemli. O
yüzden destek alabileceğim ne varsa kullanmaya gayret ettim.
Örneğin müzik.



Filmin müzik listesi çok iyi. Açıkçası çok beğendim.

Hiç
mütevazı davranmayacağım, santim santim “an”lara uygun
müzikleri aradım, eskileri kazıyarak. Her şarkıyı her yere
koyamıyorsun, bir dili var. Hatta bir metronomu… Bu, teknik olarak
tarif edebileceğim bir şey değil hissi olarak yaklaşabileceğim
bir şey. Doğru şarkı bir sahneyi olması gerektiği yere
taşıyabiliyor.



Müzikler aracılığıyla Yeşilçam’la bağlantı kurma hissi de
var filmde.

Yeşilçam
vurgusu yaptığım her işte var. O filmlerdeki “ansambl”
duygusu vardır ya onu çok severim. Mümkün olduğunca bire bir
dokunuşlar yapmayı çok seviyorum. Çünkü orası da tiyatrodan
gelen bir üsluba sahip. Benim de kurmak istediğim dünyalar hep
öyle.



Bazı komediler, kökenlerinde çok acı öykülere sahip oluyor.
Ölümlü Dünya da biraz böyle bir film.

Buradaki
en acı hikâye hepsinin her an ölebileceği gerçeği. Bakış
açını doğru konumlandırırsan bu çok sinir bozucu bir mizaha
dönüşebilir ki ben bu durumlarda -adrenalinle birlikte bir gülme
hissi gelir ya- oralardan nasıl bir şey çıkarabiliriz hissi beni
heyecanlandırıyor. Hayatımızın her evresinde mizah var,
cenazelerimizde bile. Mizah acıyla baş edebilme durumu. Doğru
durumu bulduktan sonra ekstra bir şaka yapmana da gerek yok. Doğru
konumlandırmaları yapıp seyirciyi ikna edebilirsen hiçbir şaka
yapmana gerek yok. Bizim filmimiz için de çok geçerli bir durum.



Filmde bazı sahneler kesilebilecekken uzun sürüyor. Bu da bir
zaman sonra sinir bozukluğuyla birlikte gülme isteğine yol açıyor.
Bazı seyircileri de rahatsız eden bir durum ama farklı bir mizah
anlayışı olduğu çok belli.

Evet,
orada farklı bir matematik var. Çünkü insanlar diyor ki “Şakamız
bu, bunu aldık, tamam” ama ben şaka yapmıyorum orada. Durumun
kendisi zaten öyle. O durumun içinden çıkabilmenin başka bir
formülü yok. Seyirciyi güldürmek için kurduğum bir an değil o.
Saatlerce aynı durum içinde kalabilirler de.



Bu biraz da günümüz komedisinin gerekliliklerinden biri.

Bu
bir alışkanlık tabii canım. “Şakayı aldık güldük geçtik”
filan… Üstüne basarak, inatla söylüyorum: Şaka yaptığımız
bir an bile yok! Yapıyorsak bile birisi kötü bir şaka yapıyordur,
yanındaki karakterler gülmüyordur ona.



Onu şöyle ayırt edebilir miyiz, senaryoyu düz okuduğunuzda
gülünecek bir şey yoktur ortada ama kafanızda canlandırdığınızda
çok komik olur.

Evet.
Biz ilk film öncesinde bunun sıkıntısını yaşadık. Birçok
insan okudu ama anlamadı filmi. Çıkan sonuçtan sonra tekrar
konuştuğumuzda “Düşündüğüm şey bu değildi” tepkileriyle
karşılaştım. Ben alıştım bu durumlara. Söylediğin şey o
kadar doğru ki. Bizim yaptığımız bir mizah türü ise onu çok
güzel açıklayan bir ifade oldu. Bence herkesin yüzde yüz gülerek
izleyeceği bir film değil “Ölümlü Dünya”.

Öyle bir
niyetim de olmadı. Benim ilk filmi yapma nedenim şuydu: “Art-house
seven de benim gibi her türü seven de oturup izlediğinde bir
karşılık alabilecek mi” sorusunun yanıtını arıyordum. Ölümlü
Dünya’yı bir sürü festivalin açılış filmi olarak seçtiler.
Bu beni o kadar mutlu etti ki. Yapmak istediğim şeye yaklaşmışım.
Bir film, filmdir ve bunu biz ayrıştırmışız, “art-house
sinema, mainstream” filan diye. Gerek yok. Bir art-house sinemayı
neden yüz binler izlemesin?



Ölümlü Dünya neden beş yıl sonra geri döndü?

İlk
filmde bütün karakterleri öldürmüştük ama o kadar tatlı
olduklarına kanaat getirdik ki kıyamadık. Sonu aceleye gelmiş bir
final gibi durur. Onun nedeni biraz o, şahane bir kıyım vardı
hepsinin ölümlerini gördüğümüz. Ölürken canı ekmek isteyen
bir Serbest, öbürünün başka bir çilesini göre göre ölmelerini
izleyecektik ve ona da gülecektik aslında. Biraz sıkıntılı bir
süreçti ama göze almıştık, vazgeçtik. Biraz zaman geçti,
“İkincisini yapalım” talepleri geldi. Biz de oturup hikâye
kuralım dedik. Bir sürü yerde toplandık, teknelere gittik,
otellerde kaldık… Senaryodan önce uzun uzun muhabbet ediyoruz.
Bir cümle bulup bir an bulup hepimizi ortak anda etkileyen bir şey
gördüğümüzde onun peşine düşüyoruz. O zaman hikâye
şekilleniyor. Pandeminin ilk yazında sete çıkacaktım, her şey
ayarlanmıştı ama sonra istemedim pandemi zamanı sete çıkmayı.
Çünkü bu aynı karavanın içinde beraber takılarak, konuşarak
olacak bir iş. Maskeler, testler… Öyle bir sürece girmek
istemedim.


OYUNCU
ALİ ATAY VS. YÖNETMEN ALİ ATAY



Oyuncu Ali Atay, yönetmen Ali Atay’la çalışabilir miydi?

Mükemmel
bir soru. Bunu ben de soruyorum kendime, “Ben kendimle çalışabilir
miydim” diye. Nuh Tepesi’nin yönetmeni Cenk Ertürk şunu
demişti: “Seninle çalışmak, ateşle oynamak gibi. Sağın solun
belli değil.” Çok fazla şey düşünüp tuhaf bir
konsantrasyonla, anlık tekniklerle karaktere ulaşmaya çalışmak
yönetmen için çok yorucu. Ben böyle bir şeyle mücadele edebilir
miydim? Evet zaman zaman edebilirdim, hoşuma giderdi, işime
yarardı. Çünkü karakter için titizlenerek çalışırım
genelde. Ben kendimi çekiyor olsam yönetmen olarak beni biraz
yorabilirdim.



Yönetmen Ali Atay’la çalışmak kolay mı?

O
daha kolay. Monitörün başındayken beklediğim tek şey, ikna
edilmek. Çünkü dediğim dedik birisi değilim. Emin olmayı
sevmem. “Burayı böyle yapalım” dediğimde, “Böyle yapmak
istemiyorum” diyen birini severim genelde. Tamam konuşalım, nasıl
yapmak istiyoruz burayı ve neden? İkna olmaya hazırım ve ikna
olup üzerine başka şeyler de ekleyebilirim.

TIKTOK
MİZAHİ YENİ BİR ŞEY DEĞİL

Ölümlü
Dünya’ filminin senaristlerinden Aziz Kedi ile yeni mizah, eski
mizah tartışmalarını konuştuk.



Ölümlü Dünya hem bir “Thriller” hem de aile kara
komedisi. Duygu-aksiyon dengesi açısından zor bir matematiği var
diyebilir miyiz?

Bu
zor matematik aslında rejinin başına dert olan bir problem ve
başarıyla dengelenmesi Ali’nin hüneri. Senaryo açısından ise
bir aile trajedisini derinleştirdikçe, aksiyon dozunu artırdıkça,
hikâye hem daha kara hem daha komik hale geliyor. Evli bir çifti
azılı katillerden kaçarken çalıntı bir seçim otobüsünde
kavga ettirmek bir oturma odasına koymaktan çok daha fazla imkan
sunuyor.

– Özellikle “Gibi” ile birlikte
Türkiye’de yeni mizah-eski mizah tartışması gündeme geldi.
Ölümlü Dünya serisi de bu üslupta bir yapım. Siz de bu dönemin
gözde yapımlarındaki kalem olarak mutlaka bu alanda söz
sahibisiniz. 2020’lerin mizahı geçmişteki mizah anlayışından
ayrılıyor mu ve ne gibi farkları var?

Yeni
mizah, eski mizah gibi bir ayrım görmüyorum. Mizah, dünyanın her
yerinde her zaman birkaç ana damar üzerinden işliyor. Ülkemizde
de durum böyle. Bazen bazı formlar daha popüler oluyor. Ferhan
Şensoy’un Şey Bey’inin, Uzaylı Zekiye’nin falan yapıldığı
dönemler yaşandığı gibi tokat atmalı komedinin yükseldiği
zamanlar da yaşanıyor. Yani bence “tiktok mizahı” da yeni bir
şey değil. Sunumlar değişiyor, özü hep aynı.

En Son Okunanlar

En Çok Okunanlar